Siyaset bazen ideallerle değil, güçle şekillenir. Özlem Çerçioğlu’nun AK Parti’ye geçişi de tam olarak bu güç merkezli denklemin yeni bir örneği gibi görünüyor. Ancak bu olay sadece bir “parti değiştirme” değil; aynı zamanda partiyi değiştirme girişimidir.

Yöntem: Kurumdan Teşkilata Uzanan Bir Ağı

Çerçioğlu’nun yıllardır uyguladığı bir siyasal yöntem var:

Önce bağlı kurumların personelini partiye üye yapmak, ardından bu personeli teşkilatlarda yönetici konumuna taşımak. Böylece partinin örgüt yapısı artık parti ilkelerine değil, doğrudan Çerçioğlu’na bağlı hale geliyor.

CHP’de uzun yıllar boyunca bu yöntemle, hemen her ilçede teşkilatlar bir dönem adeta ASKİ ve AYBA şubesi gibi çalıştı. Kimin ilçe başkanı olacağı, kimin listede yer bulacağı çoğu zaman partinin kendi dinamikleriyle değil, Çerçioğlu’nun iradesiyle belirlendi.
Şimdi aynı yöntemin AK Parti’de de devreye alınmak istendiği konuşuluyor.

Teşkilatlara personel kökenli isimlerin atanması, yönetim kurullarına bürokratik kadrolardan “sadık” isimlerin taşınması, siyasi dengeyi hızla tek kişinin elinde topluyor. Sonuçta partinin temel ilkeleri, karar mekanizmaları ve yerel tabanı yerine, kişisel bir sadakat zinciri öne çıkıyor.

Kural: Her Şey Kontrol Altında Olsun

Kulislerde dile getirilenlere göre Çerçioğlu, AK Parti’deki yönetim süreçlerinde her detaya müdahil olmak istiyor.
Randevu taleplerini sınırlıyor, kendi onayı olmadan görüşme yapılmasını istemiyor. Hatta kimi zaman, “sizi Cumhurbaşkanına şikayet ederim” diyerek uyarılarda bulunduğu bile konuşuluyor.

Bu tavır, AK Parti’nin alışkın olduğu teşkilat disiplininin dışında. Parti kültüründe dayanışma, sadakat ve istişare esastır; ancak şu an Aydın’da yaşananlar, “kişisel otoriteye bağlı bir yerel iktidar modeli” oluşturma çabasını andırıyor.

Strateji: Pazarlık Gücü Hep Elinde Kalsın

Aslında Çerçioğlu’nun siyasi yol haritası hep aynı eksende ilerliyor:

Gücü elinde tutmak, kurumları kendi çevresine bağlamak ve gerektiğinde bu gücü pazarlık unsuru haline getirmek.

CHP’de etkinliği azaldığında, örgüt içi desteğini kaybettiğinde, hiç tereddüt etmeden AK Parti’ye geçti. Çünkü o noktada “parti” değil, güç transferi önemliydi.

Yarın aynı tablo başka bir partide oluşursa, benzer bir hamle daha şaşırtıcı olmayacaktır.

Bu strateji sayesinde Çerçioğlu, bulunduğu partiden bağımsız bir kişisel iktidar alanı yaratıyor. Böylece hangi partiye geçerse geçsin, masa hep onun önünde kuruluyor; oyunun kurallarını o belirliyor.

Sonuç: Parti mi Kişiye Geçti, Kişi mi Partiye?

Bugün Aydın’da en çok sorulan soru şu:

“Özlem Çerçioğlu mu AK Parti’ye geçti, yoksa AK Parti mi Özlem Çerçioğlu’na geçti?”

Bu soru sadece bir espri değil, bir siyasal gerçekliğe işaret ediyor. Çünkü parti değişse de, yöntem aynı kaldıkça, parti kültürü değil kişi kültü kazanıyor.

Ve bu tablo, yerel siyasetteki tüm dengeleri, sadakat ilişkilerini ve temsil mekanizmalarını sarsma potansiyeli taşıyor.

Siyaset kişisel hesaplardan arınmadıkça, partiler programlarıyla değil kişiliklerin gölgesiyle anılmaya mahkûm kalır.